16 Aralık 2019 Pazartesi

Plazma Proteinleri- AG-7

 II-TRANSPORT GLİKOPROTEİNLER

Serum albumini dışında plazmada transport görevi yapan transferrin ,seruloplazmin ve transkortin gibi çeşitli proteinler vardır.

1-TRANSFERRİN (Tf)  SİDEROFİLİN: Karaciğer bir plazma proteini olan transferrini sentezler ve dolaşımdaki demirin büyük bölümü bu glikoprotein tarafından taşınır.Eş anlamlısı siderofilin olup,elektroforezin β1 bandında yer alır.Transferrin ayrıca RES’de,testiste ve overde az miktar sentez edilmektedir.Tek bir polipeptid zincirine sahip olup mol ağırlığı 90.000 Daltondur.Transferrin geriye dönüşümlü olarak demir,bakır,çinko,kobalt  ve kalsiyum bağlayabilmektedir.Yalnız bu katyonlardan demir ve bakırın bağlanması fizyolojik önem taşımaktadır.Seruloplazmin (iki ferrik iyonu) Fe +2 iyonunun Fe +3 iyonuna yükseltgenerek transferrine bağlanmasını sağlamaktadır.Dolaşımdaki transferrin moleküllerinin yarı ömrü  7 gündür.Vücudun demir yetersizliğinde ,dolaşımın transferrin düzeyi bir cevap olarak normal düzeyinin iki veya daha fazla katına yükselmektedir.Bu durumda transferrin apoproteini bağırsaktan demiri daha fazla çekebilmektedir.Bağırsaktan kazanılan demirle oluşan Tf-Fe +3 dolaşımla bu kez karaciğer,RES gibi demir depolarına ulaşır ve oralarda serbestleşen demir,ferritin veya hemosiderin sentezlerine katılır.Serbest halde toksik etkili olan demir, organizmada gerek duyulan dokulara taşınmak üzere transferrin ile birleştiğinde potansiyel toksisitesi azalmaktadır. Demir plazma içinde transferrine bağlı olarak ferrik iyonu (Fe +3)şeklinde taşınır. Transferrin spesifik hücre reseptörlerine bağlanınca demiri serbest bırakır. Ve bu kompleks içeri alınır. Demir ferritin veya hemosiderin olarak depolanır veya hem proteini sentezinde kullanılır. Enflamasyon reaksiyonlarında demir-transferrin kompleks retiküloendotelial sistem tarafından parçalanır.

Serum transferrin seviyesi fizyolojik olarak bağırsaktan demir emilimi ile regüle edilmektedir.

Serumda transferrin ölçümü  anemilerin tanı ve tedavilerinin takibinde yararlı olarak görülebilmektedir.

Anemi eritrositlerin demir kazanma yetersizliğinden ileri geliyorsa ,serum transferrin seviyesi normal veya düşük olabilir.Ancak transferrinin demiri yüksek derecede doymuş ölçülür.Demir yüklenmesinde serum transferrin seviyesi normal ölçülür,transferrin saturasyonu ise % 55-90 arası bulunabilir.Oysa demir saturasyonunun normal değeri % 30-38 arasındadır.Plazma konsantrasyonu yaklaşık 300 mg /dl kadar olan transferrinin normal koşullarda 1/3 kadarı demir ile doymuş durumdadır.Transferrinin plazmaya girecek olan demiri bağlama yeteneğine  palzmanın total demir bağlama kapasitesi (TDBK)  adı verilmektedir.

Küçük bir molekül olan transferrinin nefrotik sendromda idrarda albuminden sonra ilk olarak tesbit edilmesi yanında nefrotik sendromda görülen hipokrom aneminin sebebide üriner kayıpla  açıklanmaktadır.

FERRİTİN: Major demir depolama bileşiğidir ve hemen her hücrede bulunur.Ferritin karaciğer ve kemik iliğinde demir rezervi olarak etkilidir.Demir depolayan ferritinin %23 kadarını demir ,geri kalanını demir içermeyen protein kısmı olan apoferritin oluşturmaktadır.Plazma ferritin düzeyinin ölçülmesi demir yetersizliğinin ortaya çıkarılmasında en etkili indikatörlerden birisidir.Normalde düşük olan plazma ferritin düzeyi hemokromatoz gibi  demir fazlalığında karaciğer ve dalak gibi dokular ile plazmada belirgin oranda artmaktadır.

HEMOSİDERİN: Ferritinin parçalanması ile meydana gelmektedir. İyi tanımlanmamış bir moleküldür.Karaciğer,dalak ve kemik iliği üretim siteleridir.Demir yetersizliğinde yavaş bir şekilde demiri serbest bırakır,sulu çözeltilerde çözünmez.Doku hasarına yol açmayan demir birikmesi hemosiderozis,organlarda hücre dejenerasyonu ve fibrozis şeklinde doku hasarına yol açan demir birikmesi hemokromatozis olarak tanımlanmaktadır.Talasemi yerine demir eksikliği tanısı konmasına bağlı olarak demir içeren ilaçlarla uzun süreli yanlış tedavi nedeniyle hemokromatozis günümüzde nadir olarak görülmektedir.Nedeni bilinmeyen bir grup demir birikme bozukluğu arasında sideroblastik anemiler  bulunmaktadır.Bu bozukluğun kalıtsal olarak görülen türünde delta-amino levülonik asit sentetaz  eksikliği nedeniyle demir eritrosit öncü hücrelerinin mitokondrilerinde birikmektedir.

2-SERULOPLAZMİN(Cp):Tek bir polipeptid zincirinden oluşan ve bir α2 globulin olan seruloplazmin, molekül başına 6-8 demir atomu bağlamaktadır. Bakır oksidaz veya ferrooksidaz adlarını alan enzimdir.(kofaktörü bakır) Enzim olmasının yanında bakır vericisi fonksiyonuna sahiptir.Seruloplazmin iki değerlikli demir katyonunu (Fe +2) üç değerlisine  (Fe +3)  oksidasyonu katalizleyen (Ferrooksidaz) enzimdir.Ferrooksidaz,demirin transferine bağlanabilmesinden önce,hücre yüzeyinde ferro (Fe +2) forma dönüşmesinde görev aldığından büyük öneme sahiptir.Enflamasyonda,ekzersizde,gebelik sırasında ve östrojen uygulamalarında serum seruloplazmin düzeyi yükselir.Uzun süre plazmanın major bakır taşıyıcı proteini olduğu düşünülen seruloplazminin fonksiyonu tartışmalıdır. Sitokrom oksidaz, tirozinaz, süperoksit dismutaz gibi birçok önemli enzimin metal kofaktörü olan bakır, erişkin bir kişinin vücudunda çoğunluğu kemik, karaciğer ve kasta olmak üzere 100-150 mg kadar bulunmaktadır. Plazmada bulunan bakırın %95 kadarını diyaliz ile ayrılmayan, seruloplazmine bağlı, % 5 kadarını ise diyaliz ile ayrılabilen ve albumin ile
histidine gevşek olarak bağlı fraksiyonu oluşturmaktadır. Barsaktan karaciğere albumine bağlanarak taşınan bakır, karaciğerde seruloplazmin apoproteini ile birleşmekte ve moleküle sialik asit zincirleri eklendikten sonra dolaşıma verilmektedir. Seruloplazmin antioksidan olarak görev yapmaktadır.Organik bileşiklerin oksijen ile spontan oksidasyonu sonucu oluşan, yaşam için tehlike yaratan bileşikler, plazma ve dokularda bulunan antioksidanlar tarafından ortadan kaldırılmaktadırlar.Plazmada bulunan oksidan aktivitenin önemli bir bölümünü seruloplazmin ve transferrin göstermektedir. Bir akut faz proteini olan ve akut yanıtı sırasında konsantrasyonu % 50 artan seruloplazminin lipid peroksidasyonunu ve serbest radikal oluşumunu önlediği düşünülmektedir. Seruloplazmin konsantrasyon ölçümü klinikte Wilson Hastalığının tanısında kullanılmaktadır.Hastalığın bakırın proteine bağlanmasını sağlayan enzimin veya taşıyıcı proteinin eksikliğine bağlı olduğu düşünülmektedir. İnsidansı 1:50 000-100 000 arasında değişmektedir. Plazmanın albumine bakır konsantrasyonu artmakta, seruloplazmin düzeyi ise belirgin olarak azalmaktadır.Böbreklerde , KC'de biriken
bakır (siroza), beyinde biriken ise bazal ganglionlarda hasara, eritrositlerde biriken bakır hemolitik anemiye yol açmaktadır. Korneada biriken bakır, kornea çevresinde yeşil veya sarı renkli Kaiser-Fleisher halkası oluşturmaktadır. Wilson hastalığında serum seruloplazmin düzeyi tipik biçimde düşüktür. Buna karşılık iyon bakır düzeyi serumda yüksek bulunur.Bakırın üriner ekskresyonuda yüksektir.Bakır metabolizması ile ilgili bir diğer hastalık olan X-resessif olarak tanımlanan  Menkes  Hastalığı  erkek  bebeklerde görülmekte  ve süt  çocukluğu döneminde ölümle sonuçlanmaktadır.Serum plazmin malnutrisyon nefrozis,ağır karaciğer hastalığı ve primer biliyer sirozda serum düzeyleri azalır.


TRANSKORTİN: Kanda dolaşan transkortizolün yaklaşık % 90’ı plazma proteinlerine  ve primer olarak da α- globuline bağlanmış bulunur. İşte kortizolün bu  α-globuline bağlı biçimi KORTİKOSTEROİD BAĞLAYICI GLOBULİN(CBG) veya transkortin olarak adlandırılır.Kortizolü yüksek afiniteyle bağlayan bu molekül 56.000 dalton ağırlığındadır.Aslında  transkortin Androjen-bağlayan protein (sex hormon-bağlayan protein-SBP)vitamin D bağlayan protein(DBP),retinol bağlayan protein(RBP) gibi kabul edilir.Çünkü bütün bunlarda lipid veya benzeri ürün hormonunun özel taşıyıcısı durumundadır.

Serumda yetişkinlerde normal seviyesi 70 mg / L kadardır. Gebelik,androjen veya östrojen uygulamalarında yükselir.


III-ENFLAMASYON PROTEİNLERİ

Enflamasyon olgularında bazı plazma proteinleri spesifik olnmayan çok büyük artışlar gösterirler ki bunlara AKUT FAZ PROTEİNLERİ denir. Akut bakteriyel infeksiyonlarda, cerrahi girişimler sonrasında, yanıklarda, akut ve kronik iltihabi durumlarda, AMI ve bazı tümörler gibi nedenlere bağlı akut enflamasyonlar sırasında yükselirler. Akut faz reaktanlarının hepside,enflamasyonun çok kompleks savunma proseslerinde rollere sahiptirler. Glikoprotein yapısındadırlar. Doku hasarının bulunduğu bölgeden salınan mediatörlere cevap olarak sentezlendikleri düşünülen bu proteinlerin, serumdaki dönüşümleri hızlıdır.

Bazı araştırmacılara göre sırasıyla ilk yükselen akut faz proteinleri C-reaktif protein(CRP) ve α1-antikimotripsindir. Bundan sonra ilk 12 saat içerisinde yükselen akut faz proteinleri α1-asit glikoprotein(AGP),ardındanda  α1-antitripsin(AAT),haptoglobulin,C4 ve fibrinojen gelir.Daha sonra yükselenler ise C3 ve seruloplazmin(Cp)’dir.

Diğer araştırmacılarda enflamasyonun akut faz reaktanları arasında koagulasyon faktörlerini, plazminojeni, ferritini,amiloid proteinini ve transferrini de sayarlar.Zaten 2-6 gün içerisinde bütün akut faz proteinleri maksimalarına ulaşırlar.

ALFA-1 ASİT GLİKOPROTEİN: Bu akut faz proteinine OROSOMUKOİD adı verilmiştir. Elektroforezde α1-bandında görülür.Biyokimyasal olarak ,antiproteaz aktivite gösterir.Yapısında önemli ölçüde karbonhidrat bulunur.Sialik asidince zengindir.Fizyolojik fonksiyonu henüz iyice anlaşılmamakla beraber  immun sistemde rol aldığı düşünülmektedir.40.000 Dalton mol ağırlığındaki bu küçük molekül glomerüler filtrata kolayca geçer,plazma yarılanma ömrü 5 gündür.

Normal α1-asit glikoprotein yetişkin serumunda 60-120 mg kadardır. Enflamasyonun başlamasının 2-4 günleri arasında pik yapar.Özellikle çocukların akut artiküler romatizmasında (Bovillud hastalığı) serum seviyesi çok yükselir.Alfa-1 asit glikoprotein Lidokain başlıca olmak üzere dolaşımda bazı ilaçlarla  kompleks yapar.

 HAPTOGLOBULİN(Hp):Önemli bir akut faz proteinidir. Eritrosit dışındaki serbest hemoglobini bağlayan haptoglobulin bir plazma glikoproteinidir. Tetramer yapıdaki karbonhidrattan zengin haptoglobulin elektroforezde α2 bandında gözlenir.α –zincirleri birbirlerinden farklı olup oysa β zincirler (α2 β2) birbirlerine çok benzer.

Hergün yıkılan hemoglobinin yaklaşık % 10 kadarı  dolaşıma verilmekte geri kalan % 90’ı ise RES hücrelerinde yıkılmaktadır. Plazmada bulunan ve molekül ağırlığı 65 KD olan serbest hemoglobin glomerüllerden geçerek tübülüslerde çökelme eğilimi göstermektedir. Molekül ağırlığı 155 KD olan ve glomerüllerden geçemeyen  hemoglobin-haptoglobulin(Hb-Hp) kompleksi ise karaciğerde yıkılmaktadır.

Serbest kalan hemoglobin,alfa ve beta zincir dimerleri  formlarında glomerüler filtrata geçer.Sonra proksimal renal tübüler seviyesinde reabsorbe olur ve hemosiderine dönüşür.Tetramerin  α-zincirleri serbest hemoglobinle irreversible biçimde bağlanmasıyla hemoglobinin ve demirin böbrekler yoluyla atılması önlenmiş olmaktadır.

Hemoglobin- Haptoglobulin kompleksi, peroksidaz tipi enzim aktivitesine sahiptir. Bu özellik kullanılarak idrarda ve dışkıda stikli kan arama testi ortaya çıkarılmıştır. Haptoglobin bir akut faz proteini ve hemolizisi izleme kriteri olmasından, klinik olarak günümüzde yaygın olarak ölçülmektedir. Hemoglobin, haptoglobin ile bağlanınca haptoglobin miktarı azalır.


Haptoglobinin
Düşük serum değerleri
Hepatolentiküler dejenerasyon, hemolitik anemi


Orak hücre hastalığı


Hemoglobin C, E ve H hastalığı


Kronik aktif hepatitis


Yüksek intravasküler hemolizis

Yüksek serum değerleri
Kolon kanseri


Kolorektal kanser


AMI


Glomerulonefritis, nefrotik sendrom


Ig A nefropatisi


Yanıklar


Travma


Haptoglobin, gizli hemoliz olgularının belirlenmesinde başvurulan bir parametredir. Haptoglobinin yüksek değerlerine enflamasyonda sık rastlanır. Çünkü Haptoglobin nonspesifik inflamasyonun çok duyarlı bir markırıdır. Normal değeri 0,5- 1,5 g/ L iken inflamasyonlarda 10 g/ L’ ya kadar çıkar. Ancak yüksek değerlerinin teşhis ile prognoz değeri kısıtlıdır. Haptoglobin analizinin yararı, sadece inflamasyon sendromunun izlenmesine yardımcı olmasıdır.

 C -REAKTİF PROTEİN (CRP)

       Bu protein adını C polisakkaridi ile karşılaştığında, presipitasyon yapma özelliğinden almıştır. Diğer bir anlatımla, streptecocus pneumoniae hücre duvarındaki C polisakkaridi, hasta kişilerin serumunda bulunan bir protein ile bağlanmaktadır. İlk akut faz reaktanıdır.
         CRP bakterilerdeki, mantarlardaki ve parazitlerdeki polisakkaridlerle, fosforilkolin ve fosfatidilkolin (lesitin gibi) ve polianyonlar (nükleik asitler gibi) ile bağlanmalar yapabilmektedir. CRP, bu organik yapılarla kompleks kurunca klasik komplement yolunun aktivatörü özelliğini kazanır. Böylece CRP antikorlar gibi opsonizasyonu, fagositozisi ve ortaya toplanan hücrelerin lizisini başlatabilmektedir.           
          DNA, nükleotitler, çeşitli lipidler ve polisakkaridler gibi bir çok biyolojik moleküller CRP ile reaksiyona girer. Bazı araştırmacılara göre CRP  çöpcü moleküldür. Beş birbirine benzeyen polipeptid alt biriminin birliğinden kurulan bir peptomerdir. Mol ağırlığı 120.000 dalton olan bu glikoprotein önemli miktarda karbonhidrat içerir. Karaciğerde sentezlenir, elektroforezde ß ve γ bandları içerisinde görülür.
           Serum CRP  myokard infarktüsünde, travmalarda, neoplastik proliferasyonda ve  sigara içenlerde yükselir. Kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılan lovastatin vb ilaçların CRP seviyesini azalttığı gösterilmiştir.
           Serum CRP düzeylerinin >1µ/ dL olması halinde inflamasyon veya subklinik infeksiyon olduğu düşünülmeli ve 3- 4 hafta sonra bu test tekrarlanmalıdır. İnflamasyonun başlamasından 2- 4 saat sonra yükselir, 48. saatte pik değerine ulaşır.
           CRP ‘nin en başlıca fonksiyonu, vücuttaki hasarlı dokulardan serbestleşen antijen toksik yapıları iyi tanıma poyansiyeli göstermesi, onlara bağlanarak detoksifiye etmesi ve kanı bu toksik elemanlardan temizlemesidir. O halde CRP , hasarlanmış hücre membranlarına, T lenfositlerinin alt gruplarına ve diğer mononükleer hücrelere bağlanmaktadır.
           Dolaşımdaki yarılanma ömrünün çok kısa oluşından dolayı antibiyoterapi gibi tedavinin etkinliğini tanıma kriteridir.
            CRP nin serumda konsantrasyonunun yükseldiği koşullar:
1-      Bütün inflamasyon durumlarında orosomukoid, haptoglobin ve fibrinojen değerlerinden önce CRP düzeyi yükselir. Özellikle mikrokristellin artritleri ve kemerlerin romatizmalarının (rizomellik psödo poliartritler, Horton hastalıkları) belirlenmesinde önem taşır. CRP ile ERS hızı arasında ankilozan spondiloartrit, dissemine lupus eritematoz, romatoid poliartritler ve kemer romatizmaları ile korelasyon vardır.
2-      Neonatal bakteri enfeksiyonlarında, antibiyoterapinin etkinliğini anlamada
3-      Post operatuvar gözetimde, cerrahi girişim sonrası hemen her zaman serum CRP konsantrasyon 4. ve 5. günde de yükselmeye devam ediyorsa bir enfeksiyon komplikasyonundan kournmanın gerekliliğinde yararlıdır.
Romatolojistler CRP yi otoimmun hastalığın ilerlemesini veya remisyonunu monitorize etmekte kullanılmaktadır.
Serum CRP düzeyinde nonspesifik yükselmelerde söz konusudur ve bu yükselmelerden özellikle organik bir hastalık taramasında yararlanılır. Bunlar;
1-      Enflamatuvar hastalıkların aktifliğinin anlaşılması,
2-      Romatoid artritis, sistemik lupus erirhematoziste, lösemide, cerrahi müdahalelerde enfeksiyonların belirlenmeleri,
3-      Allograft alıcasında reaksiyonun belirlenmesi,
4-      Neonatal septiseminin veya menenjitinin kontrol edilmesi gibi.    
CRP nin gün içinde diurnal varyasyon göstermediğinden numune alma zamanının standardize etmek gerekmez.
      Mevcut metodlar CRP nin tanı sınırını 0,3µ/ dL iken hassas CRP metodu ile bu 0,015          µ/ dL  ye indirilebilmiştir. Enfeksiyonların  etyolojisinin belirlenmesinde serumdan elde edilen H- CRP yüksekliğinin bakteriyel enfeksiyona ait olup viral enfeksiyon ayrımından, kültür sonucu çıkmadan kısa bir süre önceden alınmasının tanı koydurucu olduğu bilinmektedir.

Plazma Proteinleri- AG-5

PLAZMA PROTEİNLERİNİN GENETİK BOZUKLUKLARI

1-BİSALBUMİNEMİ :
2 adet piki olan genetik bir albümin varyantıdır. Yani protein elektroforezinde albumin tek bir band yerine bitişik iki band halinde veya birleşmiş halde görülür. Molekül yapısı alışılagelmişin dışında albumindir. Albuminin 20 den fazla genetik varyantı tanımlanmıştır. Bunlar klinik olarak önemli değildir. Bisalbuminemi bazı ilaölarla tedavi sırasında ortaya çıkabilir.
2-ANALBUMİNEMİ :
Albumin sentezinin çok az veya olmamasına bağlı  genetik bozukluk sonucu ortaya çıkar. Bu olgularda globulin konsantrasyonu artmış olarak görülür. Genellikle plazma lipid ve lipoprotein seviyelerindeki yükseklikle birliktedir. Lipid transport sistemindeki defekte bağlı sekonder olarak görülür.
Analbuminemili kişilerde albumin konsantrasyonu 0,5 g/L (yaklaşık normalin %1) olamasına rağmen hafif ödem ve artmış lipid metabılizmaları dışında tamamen normaldir.
3-BRUTON’S  AGAMMAGLOBULUNEMİA :
X’e bağlı resesif geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Dolaşımdaki plazma hücre bozukluğuna bağlı olarak B lenfositlerdeki diferansiasyon bozukluğudur. Gama globulinlerin yokluğu veya çok az olması humoral immunite bozukluğu ve bakteriyel infeksiyonlara neden olur.


4- AFİBRİNOJEMİ :
Fibrinojen oluşumundaki kalıtsal defektle karekterizedir (fibrinojen yokluğu veya çok düşük seviyelerde olması ile bulunur). X’ e bağlı olmayan resesif geçişli bir kalıtsal hastalıktır. Kan pıhtılaşma mekanizmasındaki bozukluktan dolayı kontrol edilemeyen kanamalara neden olur.    

ALFA-1 , ALFA-2, BETA GLOBULİNLER VE GAMA GLOBULİNLER
 (İMMUNOGLOBULİNLER)

            Elektroforezle insan plazma proteinleri başlıca 5 fraksiyona ayrılır. α-1 globulini içerisinde yer alan proteinler şunlardır:
·         α-1 antitripsin
·         α-1 asitglukoprotein (orosomukoid)
·         α-1 lipoprotein (apolipoprotein A)
·         α-1 fetoprotein


α-1 globulinin
BOS’ta yüksek değeri
Multiple sklerozda

Yüksek Serum değerleri
Akciğer kanseri


Hodgin Hastalığı


Multiple skleroz


Protein kayıplı enteropati


Preeklampsi ve eklampsi

Yüksek idrar değeri
Nefrotik Sendrom

Düşük Serum değeri
Viral Hepatit (akut hepatoselüler hasarı yansıtır)


Gut


α-1 antitripsin defekti


Karaciğerin akut ve subakut nekrozu


Nefrotik sendromda düşük veya normal olabilir


Serum amiloit protein (SAA) da denen α-1 Globulin normal serumda 50 µg/lt konsantrasyondan daha azdır. Dolaşımda HDL3 ile kompleks oluşturan polimorfik (Polimorfizm, tek gen ile belirlenen bir özelliğin toplumda en az 2 fenotip olarak ortaya çıkmasıdır) bir apolipoprotein olan SAA serum düzeyi iltihabi durumlarda artmakta ve 24 saat içerisinde 1.0 mg/ml gibi yüksek seviyelere çıkmaktadır. Bakteriyel enfeksiyonun antibiyotik ile tedavisinin başarılı olması ile hızla azalmaktadır.














α-2 globulini içerisinde yer alan plazma proteinleri şunlardır;
·         Haptoglobin
·         Seruloplazmin
·         α-2 makroglobulinin


α-2 globulinin
BOS’ta yüksek seviyesi
Multiple skleroz

Yüksek Serum Değerleri
Leptospirozis


Sarkoidozis


Kolon ve rektum kanseri


Hodgin Hastalığı


Poliarteritis nodosa


Protein kayıplı Enteropati


Nefrotik sendrom


Preeklampsi ve eklampsi


Romatoid artritis

Düşük serum değerleri
Viral Hepatitis (Akut hepatoselüler hasarı yansıtır)


Gut


Karaciğerin akut ve subakut nekrozu


 
β-globulin içerisinde yer alan plazma proteinleri ise,

  -Transferrin
  -Hemopeksin
  -β-lipoprotein (apolipoprotein  β)
  -C3,C4
  -Fibrinojen
  -β-mikroglobulin


   β-globulin 
Yüksek BOS değerleri 
Multipl Skleroz


Yüksek serum değerleri
Leptospirozis


Kolon ve rektum kanseri


Karaciğer kanseri


Hodgkin hastalığı


Poliarteritis nodosa


Protein kayıplı enteropati


Nefrotik sendrom


Preeklampsi ve eklampsi


Romatoid artritis

Düşük serum değerleri 
Viral hepatitis


Gut


Karaciğerin akut ve subakut nekrozu

                        
                                                              
                                                              



GAMA-GLOBULİNLER (İMMÜNOGLOBULİNLER)

               Elektroforez göçünün  γ bölgesinde yerleşmesinden ötürü, bu bandtaki proteinlere γ globulinler denmiştir.Aslında bunlar immünglobulinlerdir.(Ig’ler)Kimyasal yapıları göz önüne alındığında çok heterojen oldukları görülmektedir.Elektroforezde beş farklı sınıfa ayrılan bu immunoglobulinler içerdikleri ağır zincirlerin tipine göre adlandırılmaktadır.

γ ağır zinciri ile Ig G’ler
α ağır zinciri ile Ig A’ler
μ ağır zinciri ile Ig M’ler
δ ağır zinciri ile Ig D’ler
ε ağır zinciri ile Ig E’ler

               Beş tip immunglobulinde ikişerli benzer dört polipeptid zincirinden kurulur.Dört zincirin ikisi hafif (L-Light),ikisi ağır (H-Heavy) moleküler ağırlıktadır.Polipeptidler  birbirlerine disülfit köprüleri ile bağlıdırlar.Polipeptid zinciri değişken bölge adı verilen  (V) bir aminoasit ucu ile sabit bölge adı verilen (C) bir karboksil ucundan oluşmaktadır.Antikor molekülünün antijene bağlanan kısmı , H ve L zincirlerinin (V)  bölgelerinde yer alan  ve az sayıdaki aminoasitten oluşmaktadır.H zincirinin ilk ve ikinci (C) bölgesi domainleri (CH1 ve CH2) arasında kalan menteşe bölgesi,enzim ve kimyasal maddeler tarafından etkilenmektedir.İmmunglobulin molekülünü  farklı bir noktada yıkan pepsin,divalan  ve orginal antikora benzer şekilde bağlanabilen  p(ab) 2 ile bir Fe bölgesi oluşturmaktadır.İmmunglobulin yapısında bulunan ve molekül ağırlığı 23 KDa olan L zincirleri  sabit bölgelerindeki yapısal farklılıklara göre (κ) kappa  ve (λ) lambda olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.Benzer  κ ve λ zincirlerinden oluşan bir immunglobulin molekülünde ikisinin karışımı asla bir arada bulunmamaktadır.Serumda en fazla bulunan immunglobulin G  molekülünün yapısını  2κ ve 2λ ile birleşen 2γ zinciri oluşturmaktadır.Bir immunglobulın molekülünün sınıfını veya alt grubunu yapısındaki ağır zincir tipi belirlemektedir.

               Spesifik immün yanıtın en önemli aşamasını oluşturan yabancı antijenin  tanınması sürecinde,immünglobulinler ve T hücresi  antijen reseptörleri adı verilen  iki farklı molekül rol oynamaktadır.İmmunglobulinler bütün memelilerin serum ve doku sıvılarında bulunan antikor aktivitesine sahip glikoproteinlerdir.Bazıları hücrelerin yüzeyinde bulunur ve reseptör olarak görev yaparlar.Diğerleri yani antikorlar kan ve lenfte serbest halde bulunurlar.Vücuda giren yabancı maddelere yanıt olarak ortaya çıkan antikorlar, öncül B hücrelerinden türeyen plazma hücreleri tarafından bol miktarda yapılmaktadır.Total plazma proteinlerinin % 20 kadarını oluşturan vücut sıvılarındaki immunglobulinlerin  % 72-96 protein ve  % 4 -16 karbonhidrattan oluşan glikoprotein tabiatındaki  immunglobulinlerin polipeptit kısmı, antikor molekülleri ile ilişkili olan tüm biyolojik özellikleri göstermektedir.Antijene spesifik olarak bağlanan bifonksiyoneldir.Yani moleküler olan antikorların yapısındaki bir bölge antijen bağlanma bölgesi olarak fonksiyon görürken immunoglobulin yapıdaki  bir diğer bölge bazı fagositik hücrelere, klasik kompleman sisteminin ilk bileşenine ve immün sistemin çeşitli hücreleri başta olmak üzere  konak dokulara bağlanmayı sağlamaktadır.

İMMUNOGLOBULİN G (Ig G)

               Molekül ağırlığı 160 kDa kadardır ve % 3 karbonhidrat içerir.İmmunglobulinlerin %  70– 75 ini oluştururlar.Ig  G alt gruplarının göreceli konsantrasyonları Ig G1 % 60-70,IgG2 % 14-20,Ig G3 % 4-8,Ig G4 % 2-6 arasında değişmektedir.Ig G miktarının % 65 kadarını extravasküler ,geri kalanı plazmada bulunmaktadır.Başlıca fonksiyonları doku aralıklarındaki toksinlerin nötralizasyonu olan  Ig G sınıfı antikorlar ,bakterilere ve virüslere yanıt olarak üretilmektedir.Bakteriyel toksinler gibi küçük ve çözünebilen yabancı proteinlerin agregasyonunu sağlamaktadırlar.

                  Yetişkinlerde serum immünglobulinlerin poliklonal yükselmeleri enfeksiyonlara normal cevap olmaktadır.Ig G hamileliğin son trimesteri  sırasında plasentayı geçerek transport edilir.İnsanlarda plasentayı geçebilen tek immünglobulin sınıfı Ig  G’dir.Bunun seviyesi doğumda en yüksektir(Prematüre infantlarda düşüktür.)Ig G konsantrasyonu, doğumla maternal Ig G  olarak azalır ve vücuddan atılır.Taki infantın kendi  Ig G’si yavaş yavaş yükselene kadar.Fizyolojik hipogamaglobulinemi  özellikle prematür bebeklerde  infantın enfeksiyonlara hassasiyetinin sebeplerinden birisidir.Gebeliğin son üç ayında yavruya geçen maternal Ig G beşinci aydan itibaren fetusun kanında  maternal Ig G seviyesi yükselmeye başlamaktadır.Maternal Ig G seviyesi  doğumdan sonra fetus kanında özellikle 5-6 aylara doğru iyice azalmaktadır.Doğumdan itibaren 1 -1.5 yaşına kadar  kandaki Ig G,Ig A  ve Ig M seviyeleri yükselme gösterir. İmmunglobulinlerin sentezleri çevresel antijenler tarafından indüklendiklerinden serum Ig G seviyesi yetişkinlerin düzeyine 3 yılda ulaşır.

Kronik hepatitis ve portal sirozda zaman zaman yükselir.

İMMUNGLOBULİN A(Ig A)

                  Molekül ağırlığı 160 kDa olan ve % 10  karbonhidrat içeren glikoproteindir.Serum immunglobulinlerinin % 10-15 kadarını oluşturmaktadır.Yarı ömrü 6 gün olan Ig A molekülünün monomerik şeklinde yapısı Ig G molekülüne benzemektedir.Serumda bulunan Ig A Ig A1 ve Ig A2 subklonlarından ayrıca salgı Ig A’sı diye bir sınıf daha vardır.Salgı Ig A’nın molekül ağırlığı 380.000 dalton olup gözyaşında , terde,tükrükte,sütte,kolostrumda ,gastrointestinal ve bronşial sekresyonlarda ölçülebilecek düzeydedir.Salgı Ig A ‘nın yapısına birde 160.000 daltonlu J zinciri bağlıdır.Ig G ve Ig M gibi doğumdan sonra  1-1.5 yaşına kadar seviyeleri yükselmektedir.Ig A’nın yetişkinlerin seviyesine erişmesi ancak 14 yaşlarında gerçekleşir.Elektroforezde Ig A beta-gama bölgelerine göç etmektedir.

 İMMUNGLOBULİN M (Ig M)

                  Dolaşımda bulunan Ig’lerin % 5-10  kadarını oluşturmaktadır.Buda bir glikoproteindir ve J zincirine sahiptir,yani pentamer durumundadırMolekül ağırlığı 900.000 daltondur.Bir antijene ilk cevap Ig M tarafından verilir.Molekül ağırlığının yapısından ve büyüklüğünden dolayı  plasentayı geçemez.Neonatal dönemde sentez edilen ilk immunglobulindir.Yüzey reseptör moleküllerindeki Ig M ağır zincirleri daha sonra Ig G veya Ig A ağır zincirleri haline dönüşmekte, fakat Ig M molekülünün değişken bölgeleri aynı kalmaktadır.Ig M eritrosit yüzey antijenleri ve tropikal parazitler gibi  antijenlere karşı sentez edilmeye devam ederler.Klasik kompleman yolunu başlatan en etkin   immunglobulindir.

İMMUNGLOBULİN D (Ig D)

                  Moleküler ağırlığı 180 kDa olan ve % 12 kadar  karbonhidrat içeren monomer yapıdaki Ig D immunglobulinlerin % 1 kadarından daha azını oluşturmaktadır.Isı ve proteoliz ile enzimler tarafından yıkıma karşı dayanıksızdır.Ig M  gibi  B lenfositlerde antijen için bir yüzey reseptörü olan  Ig D molekülünün primer fonksiyonu bilinmemektedir.